Friday, February 25, 2011

Fenerbahçe : 65 - Olympiakos : 80 ( 24 Şubat 2011 )



Bu hafta izlediğimiz üç maçtan ikisi geldi ve sonra gitti, biri ise geldi, gitti ve geldi... Ne değişik bir durum değil mi? Önce pazar günü Fenerbahçe-Beşiktaş maçı, sonra bayanlar basketbolda, 15 sayılık farktan giden maç ve dün gece de yine 26. dakikada 12 sayı önde geçtiğin maçı 15 sayı farkla yenilmenin verdiği üzüntü... Uzun rotasyonundaki sorun bu maçta kendini gösterecekti, bağıra bağıra geldi bu mağlubiyet, son saniyelerde gelen üçlük ile Olympiakos'un grup liderliği garanti oldu... Şu aşamada hayıflanmanın kimseye getireceği bir yarar yok... Önemli olan sonraki hafta oynayacağımız zorlu maç, Valencia deplasmanı... Son haftalarda üst üste maç kazanan Valencia zorlu bir rakip olacak... Kalbimiz Fenerbahçemiz ile atsa da, umarım ilk 3 maçta 3 galibiyet aldığımız gruptan çıkarız...

Thursday, February 24, 2011

Beşiktaş : 2 - Fenerbahçe : 4 ( 20 Şubat 2011 )

Bu tür maç yazılarını, bundan sonra bekleyip hafta ortasında yazacağım. Hakikaten düşünecek ve yazacak çok fazla şey bulabiliyorsunuz...

Seramoni


Kısa bir özet geçelim, keyifli bir Pazar akşamı oldu, lig tarihinde ilk defa Beşiktaş'a 4 gol birden attık, bu sezon bir maçı daha geri getirdik ve hepsinden önemlisi Alex'in hat-trick yaması idi... Bir sürü yerde okumuş olacağınız için, burada sadece kayıt altına almak adına yazıyorum, 3 bölümden oluşan bir maçtı.

1. 0-30. dk Fenerbahçe'nin şok presi ve önde basan takımın 5 gol pozisyonu 1 golü ve 1 direkten dönen topu, Selçuğun baskısı, Necip'in 5.dk'da kendi kalesine attığı gol ve 0-1...

Selçuk gol sevinci..


2. 30-60.dk Beşiktaş'ın oyuna dönüşü, iki uzaktan şut ve kaçan pozisyonlar, özellikle de Almeida'nın birebir pozisyonu kaçırması. Dk. 44 Ekrem, Dk. 49 Toraman ve 2-1...

3. 60-90. dk Ferrari'nin kırmızı kartı ile başlayan süreç, Beşiktaş'ın nefes bile almaya mecalinin kalmadığı ve Alex'in hat-trick yaptığı kısım.. Dk. 65,72,75 Alex, 2-4...


Kaç desibel olacak

Maç başladığında ve devamında spiker'lerin ilk söylediği laflardan bir tanesi idi geçen maçlardaki desibeli örnek vererek "Beşiktaş taraftarı tribünü doldurmuş, bakalım bu sefer kaç desibel olacak?"... Gecenin sonunda hepimiz gördük kaç desibel olduğunu...

Lugano'ya yapılan

Haftaiçi herkes utanmadan, Lugano'nun yaptıklarından bahsetti. Açıkçası hep beraber maçı izledik, Ferrari ile inanılmaz bir mücadele vardı Lugano arasında, ben bir ara bu insanüstü mücadeleyi hayranlıkla izledim.. Normalde defans oyuncuları, forvet oyuncularını marke eder, ama Schuster Lugano'yu marke etme işini Ferrari'ye vermişti, bu da ne kadar çok çekindiğini gösteriyor zaten. Neyse, sonra olan oldu, Ferrari, Lugano'yu bir kafakol yaptı, baktı hakemin sesi çıkmıyor, burnunun üstüne bir indirdi ve ardından kızarıverdi... Sonrası çorap söküğü gibi geldi... Lugano'ya bu kadar çok şerefsiz diyenlere, Lugano maçlarda cevabı veriyor, fazla birşey söylemeye gerek yok...

Dia'nın performansı

Adam parıl parıl parıldıyor, ilk yarı Ekrem'i darmadağın etti, ben bir futbolcunun bu kadar çaresiz kaldığını görmemiştim, o koşular, dripling, defansa yardım ve asist, Beşiktaş'ın Yıldızları (!!!) kadar olmasa da o da bir hayli parladı Pazar akşamı...

Ekrem atılmalıydı

Dia'yı durdurmak işini her türlü şekilde yaptı, normalde bize çarçabuk gösterilen kartlar orada olsaydı, 15. dakikada oyundan atılırdı, sonra da kimse Almeida'yı veya Ferrari'yi konuşmazdı... Gökhan'ı 79. dakikada oyundan atanlar, 15. dakikada Ekrem'i neden atmıyorsunuz? Komedi...


Alex, Alex, Alex...

"Alex 60 dakika hiç oynamadı, kırmızı kart pozisyonundan sonra ortaya çıktı" diyen arkadaşlar, herhalde futboldan anlamıyorlar, "Heeeeey, bu adam 3 gol attı, 1 asist yaptı, ve maçta toplam 4 gol var", desek de, bu adamlar Alex'i hiçbir zaman anlayamayacaklar, ne yazık ki bende onlar için üzülüyorum, her sene "Alex'in koşanı"nı getirselerde "Koşmayan Alex"e ibretle, kıskançlıkla bakacaklar... Baksınlar, ne de olsa onlara göre "Hagi" daha iyi, ayrıca Lugano'ya laf atanların "Hagi"si de lama gibi hakeme tükürmemiş miydi? Tabi ayağına basıp hakemi sabitledikten sonra :)


Beşiktaş'ın kadrosu

Beşiktaş'ın kadrosu iyi, hatta Türkiye liginin üstünde, fakat aralarında bir armoni yok, olmadıktan sonra da hiçbir zaman bir takım olarak oynayamayacaklar...


Dolmabahçe'de bir köy hikayesi

Bunu da blogların birinden buldum, müthiş keyifli...



Son Söz

Önümüzdeki üç maç, Kasımpaşa, Gençlerbirliği ve Konyaspor, konsantrasyon kaybı olmazsa 3'te 3 gelebilir... Bekleyip göreceğiz...

Sunday, February 20, 2011

Alex daha ne yapacak da beğeneceksiniz...

Anlamıyorum, anlamıyorum, anlamıyorum...

Alex'in daha ne yapması lazım, uçarak rövaşata ile kaleciyi ters köşeye yatırıp, aynı zamanda kaleciye kırmızı kart göstertip, bir de penaltı kazandırsa, hem gol, hem de penaltıyı gole çevirse o zaman Alex'i sever miydiniz?

Alex, ikili mücadelede Quaresma, Guti ve Ernst'in ayaklarındaki topu alıp aynı zamanda hepsine birden sarı kart göstertse, bir de Fenerbahçe taraftarına bedava kombine sağlasa Alex'i sever miydiniz? 

Alex, gole giden topu topuğuyla kurtarıp, kendi attığı pasa 80 metre depar atarak yarım vole vursa, bu da gol olsa, ve hem asist, hem de gol Alex'e yazılsa, Alex'i sever miydiniz?

Sevmezdiniz, sevemezdiniz, çünkü çekemiyorsunuz..

Alex ne yaptı biliyor musunuz? 19 Beşiktaş maçında 12 gol attı, son maçta Beşiktaş'ı 4-2 yendiğimiz maçta 1 asist ve 3 gol attı, ne eder biliyorsunuz değil mi? 4 eder... 4 golde aktif...

Bu adam daha da atacak ve atamadığı her maçta, siz Alex koşmuyor, Alex'in kondisyonu yeterli değil diyecekseniz... Diyebilirsiniz garip mahluklar, demeye devam edin, Fenerbahçe taraftarının ve Alex'in sizi taktığı falan yok... Siz ne derseniz deyin, Alex diye bir deha Fenerbahçe formasıyla harikalar yaratmıştır ve daha da yaratacaktır...

Geçmiş olsun Alex'e rakip olanlar, daha atılacak çok gol var...

Saturday, February 19, 2011

Fenerbahçe : 97 - Bornova Bld 72 ( 19 Şubat 2011 )

Tofaş galibiyeti ve maç fazlası ile birkaç saatte olsa Galatasaray liderliği almıştı, ama öyle güzel ki, Fenerbahçe mağlup olsa bile geri alacaktı liderliği... Nitekim Galatasaray'ın liderliği pek kısa sürdü. Ligin son sıralarındaki Bornova Bld, beklediğim gibi çok fazla direnç gösteremedi ve 25 sayı farkla yenildi... Fenerbahçe bir anlamda ter attı.. Bu galibiyetle ligde 20. maçında 18. galibiyetini aldı ve liderliğini sürdürdü...


Maçta bu kadar fark olması  dolayısıyla, öne çıkan bir oyuncu vardı diyemeyiz... Preldziç iyi performansını sürdürdü.. Fenerbahçe defansındaki disiplini hiç bırakmaması önemli bir nottu. Ayrıca maçın sonlarında farkın iyice açılması ile birlikte Fenerbahçe'nin Berkay, Kerem gibi genç oyunculara da şans vererek, onlara da bu havayı nüfuz etme şansı tanıdı...

Friday, February 18, 2011

Haftasonu Fenerbahçe-Beşiktaş maçı tahmini

Beşiktaş Dinamo Kiew'den 4 yemiş, bir anlamda dayak yemiş ve yorgun... Fenerbahçe dinlenmiş, son haftayı Kayseri galibiyeti ile kapamış... Maçın sonucu bana çok fazla beraberlik gibi geliyor, fakat bir galibiyet gelirse de farklı olmaz 1-0 veya 2-1...

Eskilerden bir kare


Haa, kim galip gelir, işte o belli olmaz... Fenerli olduğum için Fener diyemiyorum, bir tür totem benim için... Fakat derbinin İnönü'de olması dengeleri sağlıyor... Fenerbahçe için 1 puan idare eder, Beşiktaş için herhangi bir puanın anlamı yok... Bu da Fenerbahçe'yi biraz daha öne çıkarıyor... Yine de bir tahmin isterseniz, 1-1 beraberlik diye geçiyor içimden....

Thursday, February 17, 2011

Zalgiris Kaunas : 85 - Fenerbahçe Ülker : 84 ( 16 Şubat 2011 )

Basketbolu yaklaşık 1994'ten beri izliyorum, hatta ilk hatırladığım odamdaki siyah-beyaz bir televizyonda (Rus pazarından almıştım) Fenerbahçe - Efes Pilsen play-off yarı finali ve Mirsad'ın ( O zamanlar Efes'li bir delikanlı) süre bittikten sonra yaptığı tipleme, maçı bir ya da iki sayı ile Efes'in kazanması ve benim öfkemdir... Kim derdi ki, ondan 15 sene sonra, bu sinirlendiğim adamın aldığı her ribaund için büyük keyif alacaktım... Neyse, onu da haftasonu Beşiktaş maçında kaybettik zaten...

Kısa keselim ve Zalgiris maçına gelelim, maç ile ilgili çok teknik not yazacak kelamım yok, sadece uzun rotasyonunda bayaa bir sıkıntı yaşayan Fenerbahçe'nin, ribaundlarda (gerek ofansif, gerek defansif) geri kaldığı bir maçtı, bir türlü koparamadağımız maçı uzatmalarda 85-84'lük skorla yenilerek bitirdik...

Ribaund mücadelesi
Bu maçtan sonra ne oldu, grubu birinci bitirmek zora girdi, önümüzde zorlu Olympiakos ve Valencia maçları var, biri içeride, biri dışarıda... Ama daha can sıkıcı olan durum, zaten uzun rotasyonunda sorun yaşayan Fenerbahçe'nin dün de Kaya'nın sakatlık ve sonrasında beş faul alması, aynı şekilde Lavrinoviç'in sorumsuz bir beş faul ile oyun dışı kalması beni kara kara düşündürüyor...

Bunların yanında Preldziç'in yükselen performansı, Ömer'in devamlılığı da takımın şu aşamadaki artıları...

Wednesday, February 16, 2011

Alex de Souza, üstad, futbol dehası...

Aslında bu yazıyı kişisel bloglarımın birinde yazacaktım, fakat madem spor ile ilgili bir blog yazmaya başladım, bu yazıyı da burada yayınlamak şart oldu...

Geçenlerde kızımla birlikte maç izliyoruz, tabi kızımın maçtan anladığı yok, ama Fenerbahçe zıbını ile muhteşem bir hali oluyor (bu arada kızım 8 aylık), Alex yine harikalar yaratıyor, koşuyor, pas veriyor, ikili mücadeleye giriyor, arkadaşlarına bağırıyor...



Düşündüm ki, bu kadar müthiş bir futbolcuyu, geldiği seneden itibaren istatistikleri alt-üst etmiş bir futbol üstadını, kırmadığı rekor kalmamış bir dehayı izleyebildiğim için sanırım çok şanslıyım... En azından benim büyüklerimden Lefter'i dinlediğim gibi, ben de küçüklerime Alex'i anlatabileceğim, Samsun'da attığı rövaşata golü, Antalya'da tek pasta Guiza'ya yaptığı asisti, takımda gol kralı olduğu seneleri, ve en çok da gazetelerin manşetlerinde yer alan "Gemisini kurtaran kaptan" başlıklarını... Daha aklıma gelen binlerce anıyı paylaşırken, bir efsaneyi anlatıyor olmaktan, onu canlı izlemiş bir Fenerbahçeli olarak inanılmaz bir gurur duyacağım...

Teşekkürler Alex, bize bu mutluluğu yaşattığın için, teşekkürler Aziz başkan bize Alex'i izlettiğin için, ve teşekkürler Aykut hocam, inadından vazgeçip Alex'e güvendiğin için...

Fenerbahçe : 2 - Kayserispor : 0 ( 14 Şubat 2011 )

Açıkçası maçtan önce çekincelerim vardı, Kayseri ligin en diri takımlarından birisi, oynadıkları futbol bir başka, defansta top dolaştırıp dikine paslarla kaleye gidebilen hızlı oyuncuları var. Eh Fenerbahçe'nin de Kayseri tablosu belli... Bu maçı diğer maçların aksine bir nargile kafede, nargile eşliğinde izledim... Yani biraz stresli çokça keyifliydi açıkçası, hele kadrolar açıklandığında daha bir keyiflendim, Baroni yok kadroda, Özer, Mehmet Topuz ve Selçuk üçlüsünden ikisi orta sahanın ortasındaki muhtemelen Özer kanatta ( ki öyle oldu)... Güzel olacak dedim içimden...


Maç öncesi
Öyle de oldu, daha henüz ikinci dakikada Volkan Babacan'ın kısa düşen topu, Özer'in pasında sağ taraftan kaçan Mehmet Topuz, içeri indirdiği topta Niang, ve gooool (1-0)... Ama golden öte, gol esnasında ve hemen öncesinde Kayserispor'un üzerine fırtına gibi çöken Fenerbahçe idi keyifli olan... Belliydi golün geleceği...

İlk gol sonrası Alex ile Niang birbirini kutluyorlar.

Golden sonra, daha önceden izlediğimiz Fenerbahçe olsa idi, geriye çekilip bir süre oyunun bu şekilde gitmesi için uğraşırdı, fakat değişen şeylerden biri de bu sanırım, Aykut Kocaman'ın takımı, golden önce nasıl ise, golden sonra da o şekilde oynuyordu.... İşte bu bir yenilik idi benim için...  Fakat Kayseri, baktı ki maçı son saniyelere berabere götüremeyecek, biraz biraz canlanmaya başladı... Amrabat çok kaliteli bir oyuncu, hem kanat, hem de orta sahanın ortasında topla çok hızlı hareket edebiliyor... Neyse ki, son haftalarda yaşadığımız iyi durumlardan birisi de Andre Santos'un form grafiği ve maça asılmaya başlaması, her ne kadar yine sol bek görevine bazen geç dönse de, en azından uğraşıyor... Amrabat'ı ise ilk yarıda ve ikinci yarının ilk 15 dakikasında canından bezdirdi...

Neyse, uzatmayalım, koskoca ilk yarı, Dia'nın spektaküler bir çalım dizisi ve ardından berbat bir vuruşu, Fenerbahçe'nin ısıran ve rahatsız eden presi ve Kayseri'nin herhangi bir pozisyon bulamaması ile geçildi...

İçimden, takım bu skorla devre arasına girerse, büyük bir adım atmış olur dedim, ve öyle de oldu... İkinci yarı yine aynı şekilde Fenerbahçe presi ve orta sahada Mehmet Topuz ve Selçuğun özverili futbolu ile başladı...

Bu noktada Selçuk için ayrı bir paragraf yazmak lazım, şöyle ki, geçen sezon ilk isabetli şutunda Galatasaray'ı avlayan (Kadıköy'den vursa gol olurdu ya) orta sahada bence saatli bomba tadındaki Selçuk, o karakterden çıkmış, çalımlarında kendine güven gelmiş, bunlardan öte, bir zamanlar Aurelio'nun yaptığı gibi defansın açıklarını kapatan bir hal almıştı... Öyle ki, son saniyede Kayseri'nin attığı ofsayt golünde son adam idi... Bence kendisi tebriği haketti...

Devam edelim, dakikalar 60'ı gösterdiğinde kornerde topun başına giden Alex idi, duran topların üstadı... Ortasını yaptı ve bir Lugano klasiği... goooool (2-0)... Müthiş bir kafa vuruşu, bırak Volkan'ı, Suleymanou olsa topla birlikte içeri girerdi...

Lugano'nun gol sevinci

Yine golden öte, başka güzel şeyler oluyordu sahada, neydi peki bunlar, bir resim bin kelamdan daha çok şey anlatır, aşağıdaki fotoğraflar anlatıyor herşeyi,

Lugano ve Alex

İkinci gol sonrası sevinç yumağı

Bu da birinci gol.

Daha fazla maç analizi yapmanın anlamı yok, golden sonra Fenerbahçe daha kontrollü oynadı, Niang'ın yanlış tercihleri ile 3 adet pozisyonu harcadık ve Kayseri 14. dakikadan sonra ilk net pozisyonunu 83. dakikada yaşadı, bu pozisyonda Selçuk, defansın açığını kapattı ve pozisyon savuşturuldu...

En sonunda maçı bitirdik, fakat maç bittiğinde artık kendimize daha bir güveniyorduk, takım üzerine katarak devam etmiş ve bu dört haftalık süreçteki en iyi futbolunu oynamış ve Beşiktaş maçı öncesi bizlere umut vermişti... Hepsinden önemlisi, gol sevinci bir yumak halinde yaşanmış, ve takımdaşlık en yüksek seviyesine çıkmıştı...

Önümüzdeki Beşiktaş maçı önemli, bu futbol bize puan veya puanları getirir, fakat Beşiktaş'a yenilsek dahi, bu mantıktan vazgeçmememiz lazım...

Herkese, futbol dolu günler...

(NOT : Fotoğraflar sporx.com ve ajansspor.com'dan alınmıştır )

Bloga başlarken

Beni bilen bilir, kafamdan geçenleri yazıp çizmeyi çok severim... Çünkü konuşmalar kulaklarda silikleşerek kaybolurken, yazılar tarihte yerlerini alırlar... Elbet birisi blogspot'un yedeğini aldığında bizim bu yazılarımızı da alacak, ve muhakkak ki bir yerlerde sonsuza kadar yaşayacağız... O nedenle, yazmaya devam...

Her konuda birkaç kelamı olan ben, bu blogu da Fenerbahçe'me ayırmaya karar verdim... Ve çoğu futbolcunun yaptığı gibi, "Gole giden" yolda  takımıma avantaj kazandırmak için kendimi yere atmaktansa, kaleye şut çekmeyi tercih ederek bu blogda Fenerbahçe sevgimi paylaşmak istedim...

Henüz tek başına ben yazıyor olacağım, fakat umarım ileride benimle aynı isteği taşıyan başka yazarları da burada ağırlarım...